Bir Segâh İlâhî’nin Anatomisi

Abdullah Uçar
5 min readFeb 7, 2017

Server-i Serbülendimiz

Güfte: Sadi Bey[1]

Beste: Ebu’l Hamis Mehmet Efendi[2]

Usûl: Düyek[3]

Server-i serbülendimiz, hazret-i pîr efendimiz,

Şahid-i şehlevendimiz, hazret-i pîr efendimiz,

Ya Saadeddin, ya Cebâvî, edriknî şey’en lillâh

Allah Allah, Allah Allah, hak lâilâhe illallâh.

Cezbe-i Mustafâ ile, saldı cihâna velvele,

Gökte ider mukâbele, hazret-i pîr efendimiz

Ya Saadeddin, ya Cebâvî, edriknî şey’en lillâh

Allah Allah, Allah Allah, hak lâilâhe illallâh.

Ârif-i rûmi nâmıdır, vahy-i Hüdâ kelâmıdır

Şemsi-cihân çerâğıdır, hazret-i pîr efendimiz

Ya Saadeddin, ya Cebâvî, edriknî şey’en lillâh

Allah Allah, Allah Allah, hak lâilâhe illallâh.

Fahr-i cihân o serverin, varisi oldu hayderin

Bendesidir peygamberin, hazret-i pîr efendimiz.

Ya Saadeddin, ya Cebâvî, edriknî şey’en lillâh

Allah Allah, Allah Allah, hak lâilâhe illallâh.

Açıklamalar ve yorumlar:

Bu metin bir akademik nitelik taşımamaktadır. Amaç, tasavvuf ekolü içinde söylenegelen bir ilahînin satır arkasındaki derinliklerin de fark edilerek icra edilmesine naçizane bir katkı sunmak, güftelerin ve bestelerin sahiplerinin unutulmalarını engellemek ve iâde-i itibarlarına katkıda bulunmaktır. Dijital ortamda bu ilahinin bestekârına dair neredeyse hiç, güfte sahibine dair ise çok kısıtlı bilgiye ulaşmış olmamız, amacımızı haklılığını desteklemektedir.

Bu başlık altında verilen bilgilerin bir kısmı kaynaklara dayanmakla birlikte, bir kısmı da yorumdur. Zira bir şiirden şair’in neyi kast ettiğini kesin olarak bilmek onun kalbinin içine girmekle mümkün olabilir. Dolayısıyla şiirin doğası gereği kimi satırlarda dizelerin bize hissettirdikleri, gerçeğe mümkün olduğu kadar yakın şekilde yorumlanmaya çalışılmıştır.

Server-i Serbülendimiz, Hazret-i pîr efendimiz,

Lafzen: Başların başı, büyük üstadımız, hocamız, efendimiz.

Tarikatların kurucusu olan kişiler birçok eserde “Hazret-i Pîr” ifadesiyle karşılanıyor.[4] Burada da nakarat kısmından anladığımız kadarıyla güfte sahibi Sadi Bey, “Hazret-i Pîr” ifadesi ile Sâ’diyye Tarikatı kurucusu Şeyh Saadeddin Cebâvî’ye (ö. MS 1180) atıfta bulunmaktadır. Hazretin kendisi Şam yakınlarındaki Cebâ köyünde doğduğu için de bu künye ile anılıyor.[5]Ancak muhtemeldir ki buradaki Hazret-i pîr, Nurettin Cerrahî (Cerrahîliğin kurucusu) de olabilir.[6]

Şahid-i Şehlevendimiz, Hazret-i pîr efendimiz,

Lafzen: Güzeller güzeli’nin şahidi, büyük üstadımız, hocamız, efendimiz.

“Şehlevend” kelimesi “güzeller güzeli” anlamında kullanılır.[7] Bunun Hz. Peygamber’e bir atıf olabileceğini düşünüyoruz. Bu durumda, kelime-i şehadet ile Hz. Peygamberin peygamberliğine şahid olmaya atfen “şahid-i şehlevend” ifadesi kullanılıyor olabilir.

Ya Saadeddin, Ya Cebâvî, Edriknî şey’en lillâh

Lafzen: Ey Saadeddin, Ey Cebâlı, Allah için yetiş.

Sâdiyye tarikatı kurucusu Saadettin Cebavi’ye atfen ismi kullanılıyor. “Edriknî” diye ifade edilen kısım bir kâdirî tarikati zikrine atfen kullanılıyor. Zikrin tam hali şu: “es-Salâtu ve’s-selâmu aleyke yâ Seyidî yâ RasûlAllah, hud biyedî, kallet hîlletî, edriknî — edriknî — edriknî bi-lûtfike ve keremike yâ sâhibe’l-lûtfi ve’l-ihsîni şey’en lillâh”

Türkçesi: “Ey seyyidim[8]/efendim, yâ RasûlAllah salât ve selâm senin üzerine olsun. Elimden tut; gücüm-kuvvetim eksildi, çaresiz kaldım! Lûtfunla-kereminle yetiş, yetiş, yetiş, yetiş, ey sırf Allah için lûtuf ve ihsan sahibi olan Peygamberim”

“Şey’en lillah (ﺷﻴﺄﺀّ ﻟﻠّﻪ)” ifadesi “Allah için bir şey” anlamında istek sözünü ifade ediyor.[9]

Bu zikir, rivayete göre[10] Şeyh Hamid El İmadî’ye rüyasında Peygamberimiz tarafından öğretilmiş, tarikat içinde de kullanılmaya devam etmiş.

Dizede de derviş “Allah için yetiş” diye şeyhine feryad etmiş oluyor, şeyhinden yardım istiyor.

Cezbe-i Mustafâ ile, Saldı cihâna velvele

Lafzen: Hz. Muhammed Mustafa’nın[11] aşkıyle tüm dünyaya bir ses yaydı.

Sadettin Cebâvînin yaşadığı 12.yüzyılda tasavvuf eğitimi tekkelerde icra ediliyordu. Tekkelerde Şeyh’in eğitiminden geçen müridler, belirli bir düzeye eriştiğinde onlara Şeyh icazet veriyor, ve her derviş dünya üzerine yayılarak kendi tekkesini açabileceği yer arıyordu. Tekkesini kurduğunda da aynı sislise devam ediyordu. Bu dizede de dünyaya salınan velvele, Şeyh’in yetiştirip tekkeden mezun ettiği dervişlere atıf olarak düşünülülebilir.[12]

Gökte eder mukâbele, Hazreti pîr efendimiz.

Lafzen: Mukabelesini göklerde yapar büyük üstadımız, hocamız, efendimiz.

Mukabele karşılıklı Kur’an okumak anlamına geliyor.[13] Hz. Peygamberimizin de Hz. Cebrail ile Ramazan aylarında karşılıklı mukabele okuduğu rivayet ediliyor.[14] Mukabele geleneği Anadolu’da hala devam etmektedir. Burada vefat etmiş olsa da Şeyh efendinin ruhunun göklerde mukabele okuduğu ifade ediliyor olabilir.

Ya Düssuki, Ya Rıfâî, Edriknî şey’en lillâh

Ya Muhyeddin, Ya Bedevi, Edriknî şey’en lillah.

Bu ilahinin okunuşunda özellikle nakarat kısmında zaman zaman, tasavvuf ekolünde 4 kutup (aktâb-ı erbaa) diye anılan şeyhlerin adları, ve hatta modern zamanlardaki şeyhlerin adları da anılıyor. Burada adı anılan 4 büyük kişi Abdülkadir Geylani, Ahmet Er-Rufai, Ahmet Bedevi ve İbrahim Desuki’dir.[15] Örneğin bir okunuştaki beyitte de şu şekilde geçiyor: “Yâ Kenân Er Ya Rifâî, edriknî, şey’en Lillah.” Kenan Rıfâi son dönem şehylerdendir.[16] Yine “Yâ Nureddin, Yâ Cerrahî…” şeklinde bir kullanım da mevcut, ki Nureddin Cerrahi’de yine 17. yüzyıldaki şeyhlerden biridir.

Ârif-i Rûmi nâmıdır, Vahy-i Hüdâ kelâmıdır

Lafzen: Nâmı “Rum diyarının bilge kişisi”dir, sözleri hep Allah’ın vahyi ile doludur

Rûm kelimesi “Doğu Romalı” anlamında o dönemde Anadolu’yu kast eden bir ifade.[17] Ârif-i Rûmî: Rum diyarının, yani Anadolu’nun irfan sahibi, bilge kişisi anlamına geliyor. Vah-i Hüda kelâmıdır: Yani şeyhin konuştuğu her sözün Allah’ın vahyinden kaynak aldığı, onunla ilgili olduğu ifade ediliyor.

Yanlış anlaşılmasın: “Şeyhin her sözü vahiydir” denmiyor, yani şeyhin boş konuşmadığı, konuştuğu konuların hep vahiy ilintili olduğu ifade ediliyor.

Şemsi-cihân çerâğıdır, Hazreti pîr efendimiz

Lafzen: Dünyayı aydınlatan güneşin ışığıdır büyük üstadımız, hocamız, efendimiz

Çerağ: Parlak ışık kaynağı, kandil anlamına geliyor.[18] Şems-i Cihan Çerağı : Dünyanın Güneşinin Işığı. Yani Şeyh efendinin dünyayı aydınlatan bir ışık kaynağı olduğu ifade ediliyor. Buna ek olarak tasavvufta tekke ve dergâhlarda sembolizm çok sık kullanılır. Yaygın sembollerden biri de çerağdır. Örneğin, Bektaşî ayinlerinde her çerağ bir isme atfedilir, makamlara fazilet derecelerine atıfla sırayla tutuşturulur. On iki imam çerağı, Muhammed Çerağı, Allah-Muhammed-Ali Çerağı gibi kavram kullanımları Bektaşi tekkesinde görülebilir.[19]

Fahr-i cihân o serverin, varisi oldu hayderin

Lafzen: Dünyanın iftiharı kaynağı olan Hz. Peygamberin hayderine de mirasçı oldu.

Fahr-i Cihan kavramı Peygamberimiz için kullanılan kavramlardan biri.[20] Hayder (veya Haydârî)[21] tasavvufta dervişlerin giydiği ve muhtemelen Üveys El-Karani tarafından giyilmiş olan Hz. Peygamberin gömleğini sembolize eden hırka. Yani dizedeki mana özetle: “Şeyh efendi, silsile şeklinde kendisine kadar gelen haydariyi giyerek ve şeyhlik makamına geçerek Hz. Peygamberin manevi mirasçısı oldu” şeklinde yorumlanabilir. Yine de bu beyitteki manayı tam verememiş olabiliriz. Okuyucunun ileri okuma yapmasını tavsiye ederiz.

Bendesidir peygamberin, hazreti pîr efendimiz.

Lafzen: Büyük üstadımız, hocamız, efendimiz, Hz. Peygamberin kölesidir.

Bu küçük ve amatör araştırmanın daha ileri araştırmaların yapılabilemesi için merak uyandırmasını temenni ediyoruz.

Şimdi daha derin bir dinleyiş ile ilahiyi dinlemek için buyrunuz:

[1] Bizim araştırmamıza göre Sadi Bey’in adı, kimi nota kağıtlarında “Nafia Muhasebecisi Sadi Bey” şeklinde geçmektedir. Nafia, bugünkü Bayındırlık Bakanlığına tekabül eder. Yani Sadi bey Bayındırlık bakanlığı muhasibidir. Bostancıda bir köşkü de bulunmaktadır . Sadi Bey diye ifade edilen güfte sahibi, 1839 Çengelköy doğumlu şair Mehmet Sadi Bey ile karıştırılmamalıdır.

[2] Ebu’l Hamis Mehmet Efendi’ye dair araştırmalarımızda bir malumat edinemedik.

[3] Türk Sanat Musıkîsi usüllerinden bir usüldür. 8/8 ve 8/4’lük mertebeleri vardır.

[4] Bkz. Kubbealtı Lugatı, “PÎR” maddesi.

[5] Bkz. İslam Ansiklopedisi, “SA’DİYYE” maddesi.

[6] https://tr.wikipedia.org/wiki/N%C3%BBreddin_Cerr%C3%A2h%C3%AE

[7] Bkz. Kubbealtı Lugatı, “Şehlevend” maddesi.

[8] Seyyit, Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in soyundan geldiği iddia edilen kişilere verilen unvan. Bkz. Kubbealtı Lugatı, “seyit” maddesi.

[9] Bkz. İslam Ansiklopedisi, “Şey” maddesi.

[10] http://www.mucizedua.com/2015/11/17/edrikni-salavati/ (Maalesef daha nitelikli bir kaynakta bulamadık)

[11] Peygamberimizin isimlerinden biri de “Mustafa”dır.

[12] Bkz. İslam Ansiklopedisi, “sülûk” maddesi.

[13] Bkz. Kubbealtı Lugatı, “mukâbele” maddesi.

[14] Dr. Durak Pusmaz; Ramazan’da Mukabele; Altınoluk Dergisi, 2006 Ekim, Sayı 248, Sayfa 16

[15] https://tr.wikipedia.org/wiki/Aktab-%C4%B1_Erbaa

[16] http://www.cemalnur.org/contents/detail/kenan-rifai-hazretleri/5

[17] Bkz. Kubbealtı Lugatı, “Rum” maddesi.

[18] Bkz. Kubbealtı Lugatı, “Çerağ” maddesi.

[19] İslam Ansiklopedisi, “HACI BEKTÂŞ-ı VELÎ KÜLLİYESİ” maddesi

[20] Bkz. Kubbe Altı Lugatı “Fahr” maddesi.

[21] Bkz. Kubbe Altı Lugatı “Haydari” maddesi.

--

--

Abdullah Uçar

Meraklı biri. Okur-yazar. Öğrenmeyi, özetlemeyi, öğretmeyi pek sever. Tıp doktoru, en pratisyeninden. Halk Sağlığı doktoru, en tembelinden.