“İnşaallah buradan gitmezsin Abdullah Bey”
İnsanlar sosyal çevrelerini genellikle kendileri seçebiliyor. Böylece herkes kendi seçtiği çevrede kurduğu insanlar arası iletişimde daha az kaza/travma yaşıyor. Yaşadığı travmaları da sosyal çevresinin desteği ile hızlıca aşabiliyor. Lakin hekimlikte işler pek öyle değil. Zira hastalık insanların karakterleri arasında bir ayrım yapmıyor. Her türden insana, iyisine de kötüsüne de, hırlısına da hırsızına da, zalimine de mazlumuna da bulaşıyor. Tüm bu insanların akın akın geldiği ve buluştuğu yer ise hekimin muayenehanesi.
Günlük hekimlik pratiğimizde sükûnet içindeki ruhumuzu savaş alanına çeviren insanlarla karşılaştığımız oluyor. Hekimler toplumun tüm kesimlerinden insanlarla çok geniş bir yelpazede iletişim kurmak zorunda kalıyor. Bunun insan üzerinde yıkıcı bir etkisi var maalesef. Toplumun iletişime açık olmayan, hatta çözüme de açık olmayan kesimlerinden insanlar gelip usülsüz taleplerini sıralıyorlar ardarda. Münasip dille anlatıyoruz kuralları ve çözüm yollarını lakin dinleyen kim. Sövüyor, sayıyor, bağırıyor hekime, hırpalamak istiyor onu, hakkı olduğunu sandığı şeyi her türlü gücü kullanarak (ç)almak istiyor hekimden. Usülsüz rapor/ilaç/belge vs… Haliyle bu zorlukların içinde çalışmaya çalışıyoruz.
O türdeki bir iki insan usülsüz taleplerindeki ısrarlarını geri çevirdiğimizde içlerindeki kötülükleri üzerimize yıkıp gidiyorlar. Gönlümüzden o günkü tüm güler yüzü, insan sevgisini ve iyi davranışı (ç)alıp götürebiliyor/ sömürebiliyorlar bir hamlede. Henüz savaştan çıkmış ruhumuz rehabilite olmamış ve normale dönmemişken sıradaki masum hasta da giriveriyor içeri. İşte böyle günlerden bir gün, böyle masum hastalardan bir hasta girdi yine içeri. İstemeyerek sert davrandım kendisine. Her zamanki gibi yine pişmanlık ve vicdan azabı düştü payıma. Eşi imammış, o günün akşamına doğru geldi polikliniğe. Gayet nazik ve çekingen bir üslupla bu durumun kendilerini incittiğini, çok kırıldıklarını ifade etti. Çok büyük bir heyecan ve sert bir tepki ile karşılaşabilecek olmanın tedirginliği içinde idi. Bana insanlara güzel davranmak hususunda nasihatlerini sıraladı. İnsanlara sabır göstermek, aşağılamamak, sert davranmamak, güler yüz göstermek gerektiğini ifade etti. “İnsanlar aşağılandıklarını hissediyorlar kimi zaman” dedi bir cümlesinde. Böylece beni tam 12’den vurmuş oldu. Çok dert oldu içime. Derin bir sessizlikle dinledim kendisini. Sonra sözü alıp kendisine bana nasihat verdiği için çok teşekkür ettim. Zira nasihat bir insanın bedeli ödenmiş tecrübelerinin ve bilgisinin kendi gönlünde damıttığı çok değerli bir özeti. Eşine sert davranışım için özür beyan ettim. O da çok memnun oldu, rahatladı, sonra biraz dertleştik. O böyle şeyler söyleyince bir an mesleği bırakmayı dahi düşündüm, zira mesleğin bu dayanılması zor boyutu benim yapabileceklerimi aşıyor diye düşündüm. İnsanlara erdemli davranıp hayır işlemek yerine sert davranıp günaha giriyor olmak düşüncesi büyük bir yüktü gönlüme. Hasılı, Hz. Yunus gibi görevden kaçmak bize yakışmaz deyu yeniden bir besmele çektim. Kötü insanların yaptıklarını topluma genellememeye, hastalara iyi davranmak hususunda kendimi daha fazla zorlamaya, hüsn-ü zann ve su-i zann konusunda daha hassas olmaya, kötü insana verilecek tepkiden iyi insanı korumaya niyet ettim.
Bazı büyüklerimden ve kardeşlerimden nasihatler topladım. Kapımıza geleni “Buyrun, hoşgeldiniz, geçmiş olsun, oturabilirsiniz” diyerek karşılamayı, bilgisayardan kayıtları vs. açarken bir taraftan “nasılsınız” diye sormayı, işler bitince de “geçmiş olsun, Allah şifalar versin” diye uğurlamayı refleks haline getirmeye çalıştım. Bu uygulama, usulsüz talepte bulunan kişilerin talebini geri çevirirken dahi büyük kolaylık sağladı. Kavgalar büyük oranda azaldı. Kavgalar azalınca rehabilitasyon ihtiyacı da azaldı, evime daha mutlu dönmeye başladım. Nihâyet içimizdeki kurumaya yüz tutmuş insan sevgisi yeniden filizlendi. Yani şimdilik iyi gidiyor herşey :)
Bu çabanın bir ödülü sayabileceğim bir şey de oldu bu sabah. Epey şaşırttı, düşündürdü beni. Uzun süredir gelip giden yaşlı bir hastamın ilaçlarını yazarken amcanın oturduğu yerde birden ve samimiyetle sarf ettiği şu sözler gönlüme su serpti:
-İnşaallah buradan gitmezsin Abdullah Bey.
— Neden amcacım?
-O güler yüzün, tatlı dilin yok mu…
— Var mı gerçekten?
-Olmaz olur mu. İlaçlar neyse de, geriye kalan güler yüz oluyor. Hepimiz yaşlanıyoruz, geriye kalan yaptığımız iyilikler oluyor. Pişmanlıklar da fayda vermiyor bir zamandan sonra.
— (Ben son derece şaşkın bir halde) Eyvallah amca, Allah razı olsun.
Hasılı, bizden derviş olmaz muhtemelen lakin attık bunu da heybeye. :)
Selam ile. :)