Otobanda Can Pazarı Hatırası

Abdullah Uçar
3 min readJul 11, 2020
Video: Kar360 Haber

*Haber metni bir trafik kazasına yönelik betimlemeler içermektedir ve okuyucunun stres yaşamasına sebep olabilir.

Bir gece vakti, otobanın kenarında yürüyorum, henüz ay doğmamış. Yıldızlar, araba farları ve ambulansların ışıkları aydınlatıyor geceyi. Az ötede sağa çekip park ettiğim arabamızın dörtlüleri yanıyor, tedirginlik içinde beni bekliyor bizimkiler. Onlara olup biteni anlatacak takatim de pek kalmadı, kalan enerjimi yola vermeli, selamet içinde köye ulaştırmalıyım herkesi. Bismillah, yola devam.

İstanbul Esenyurt’tan kalkıp başka bir yere yola çıkan 5 kişi, Düzce civarında takla atan bir kartal’ın içinde, hepsi yaralı. İlk dakikalar. Henüz sadece yardımsever vatandaşlar ve bir polis ekibi var. Hekimseniz, güven içinde olduğunuz kendi aracınızın camından dışarıdaki kazaya bakıp geçemiyorsunuz. Dışarıda karanlığın içinde yaşanan kaosa kayıtsız kalamıyorsunuz. Bu vicdani bir tercih de değil, mesleki bir zorunluluk. Doğru zamanda doğru yerde durmaya sizi sonuna kadar zorlayan vicdan, işin sadece bir kısmı.

İki kişi araçtan büyük bir yara almadan çıkarılmış, oturuyorlar. 3 kişi ise ters dönmüş aracın camlarından dışarı sarkmış ve aracın altında sıkışmış şekilde bekliyorlar. Belli ki emniyet kemerini hafife almışlar, bize bir şey olmaz demişler ve emniyet kemerlerini takmamışlar. Aracı kullanan orta yaşlı abi oldukça hareketsiz. Henüz ambulans da yok. Polis de vatandaşlar da neye uğradıklarını şaşırmış, ne yapacaklarını da bilemiyorlar. Gecenin karanlığının verdiği ürpertinin yanı sıra kesif bir kan kokusu da etrafı sarmış durumda. Polis memurlarına ve vatandaşlara hekim olduğumu, bana yardım etmelerini söyledim. İlk olarak sağa sola şaşkınca tutulan telefon flaşlarını yaralıların olduğu kısma odakladım. Hareketsiz duran kişiyi hızla muayene ettim, ama beyin ölümünün göstergelerinden biri olan pupil refleksi yoktu ve nefes de almıyordu. Görünüşe göre oldukça fazla kan kaybetmişti ve maalesef yapabilecek pek bir şey yoktu. Allah taksiratını affetsin dedim içimden.

Dikkatimi hızla diğer iki yaralıya odaklamaya çalıştım. Aracın içinde sıkışmış olan diğer ablanın şuuru yerinde idi. Omzunda kısmi bir parçalanma vardı ve başında da 15 cm’lik bir açılma. Boynu da kötü bir şekilde dönmüştü. Diğer abla ise vefat eden kişinin ön kısmında sıkışmıştı ama kanaması yoktu çok şükür. Vatandaşlar yaralıları karga tulumba çıkarmaya niyetliydi. İki yaralının da aktif kanaması olmadığından emin olduktan sonra vatandaşları ikna süreci başladı. Yaralıların boyun ve omurga kırığı olmasının çok muhtemel olduğunu, boyunluk takılana kadar kesinlikle yaralılara dokunmayacağımızı söyledim, ikna da ettim, polis memurları da sağolsunlar tavsiyelerimi uyguladılar. Ufukta karanlığı yara yara gelen mavi ve kırmızı ışıklar hepimizin yüreğine su serpti, nihayet ambulanslar geldi. Yaralılara boyunluklarını taktık, araç içinde sedyelere bağladık, en az hareketle yaralılar arabadan çıkarıldı. Tekrar aktif kanamaları olup olmadığını kontrol ettik, parçalanan kısımları hızla kapattık ve hastaneye yolcu ettik.

Vefat eden kişinin vefat ettiğine kanaat getirmenin ağır sorumluluğuyla 3 kez yaşamsal fonksiyonlarını değerlendirdim ama nafile, belki yaşıyordur diye taşıdığımız umudu besleyecek en ufak bir bulgu yoktu. Ben kontrollerimi yaparken aracın içinden oldukça hüzünlü bir müzik işitiliyordu. İnsanın yüreğini parçalayan bir ağıt çalıyordu herşey olup biterken. Kendimi zor tuttum, profesyonellik gereği kimseye bunu belli etmedim. Yaralılar hastaneye, cenaze de hastane morguna yola çıktı. Herkesin yüreğinde bir hüzün, 112 personeli, itfaiye erleri, polisler, vatandaşlar. Hepsine teşekkür ettim, selam ettim, ayrıldım.

Az ötede bizim araba, içinde evlad-ı iyâl. Ya onlar kartalın içinde olsaydı? Ya ufacık evlatlarım o kesif kan kokusunu koklasa ve zifiri karanlığın ortasında kalsaydı? Sanki yeni bir hayat bağışlanmıştı bana ve aileme, rüya gibiydi herşey, yeniden başlamış gibiydi hayat. Sadece bir emniyet kemeri belki de bu kâbusu herkes için bitirebilir, bu gecenin karanlığı kimsenin yüreğine bu kadar ağır şekilde çökmezdi.

Tüm bu olan bitenler ertesi gün sadece bir gazete haberinden ibaretti, sıradan işte, her zaman olduğu gibi. Böyle haberleri okuyanların ortak hissi ise “yok canım, benim başıma gelmez, bana bir şey olmaz, ben dikkatliyim, ben frenlerime güveniyorum, sürmeyi bilmiyordur o adam ondan olmuştur kaza… vesâire vesâire”.

O gece hissettiklerimi satırlara dökebilecek kadar profesyonel yazamıyorum. Sadece kıssadan hisse diye kendime aldığım notları şöyle paylaşayım:

  • 1. Trafiğin şakası yoktur
  • 2. Emniyet kemeri önemlidir, bir otoban kenarında karanlığın içinde ölme ihtimalinizi oldukça azaltır. Kim emniyet kemeri takmıyorsa kendini ve çocuklarını o gri kartalın içinde hayal etmeli.
  • 3. Yapılan her sollama, gerekmediği halde daha fazla gaza basmak, frenlere güvenmek gibi birçok tutum ve davranışımız tekrar gözden geçirilmeli.
  • 4. Hayatın ne zaman nerede ne şekilde sonlanacağı hiç belli değil, her şey dakikalar içinde bitebilir. Mutlu olmak, insanlığa bir katkı sunmak veya Allah rızası kazanmak için geleceğe ertelediğiniz hiçbir plana güvenmeyin, şu anda mutlu olmanın, insanlığa bir katkı sunmanın ve Allah’ın rızasını kazanmanın yollarını arayın, ne yapacaksanız hemen yapın.
  • 5. İnsanız, çok kırılganız, damarlarımızda akan birkaç litre kan kontrolsüz şekilde dışarı çıktığında hayat bizim için sonlanıyor. Bu dünyada ettiğimiz tüm kavgalar, küslükler, hararetli tartışmalar, mağrur konuşmalar ölümün sessizliğiyle anlamsızlaşıyor. Helalleşme fırsatı dahi olmadan sonlanabiliyor herşey. Bu sebeple herkes küslüklerini, kalbini kırdığı insanları gözünün önünden geçirmeli ve o an gelmeden helalleşmeli, kendine biran önce çeki düzen vermeli, en azından buna niyet etmeli.

--

--

Abdullah Uçar

Meraklı biri. Okur-yazar. Öğrenmeyi, özetlemeyi, öğretmeyi pek sever. Tıp doktoru, en pratisyeninden. Halk Sağlığı doktoru, en tembelinden.